Hikâye Çağı
Spor belgeselleri, modern spor izleyiciliğinin çehresini değiştirdi. Sporu, sahanın ötesine taşıyan yapımların evrimine göz atıyoruz.
Spor belgeselleri altın çağını yaşıyor. Bu başarıdaki en büyük pay, hiç kuşkusuz, dijital platformların. Maç süreleri nedeniyle gençlerin ilgisini çekememesinden tutun da siyaset ve kapitalle olan girift ilişkisine dek birçok başlıkta tartışılan spor, hâlâ büyük bir katalizör. Blokzincir tabanlı bir teknolojik dönüşüm veya dijital platformlar gibi yeni bir medium olsun, her yenilik, “sıradan insana” ulaşabilmek için öncelikle spor dünyasının kapısını çalıyor. Dijital platformlar da ana akımlaşma çalışmalarının bir ayağı olarak spor belgesellerine el attılar. Pandemi koşullarında, spor müsabakalarına ara verilmişken arzı endam eden ve büyük bir sükse yaratan The Last Dance (2020) ile Formula 1’i daha önce ulaşmakta zorlandığı Kuzey Amerika’da bile popüler kılan Drive to Survive (2019- ) gibi iki büyük hitle gündemi meşgul eden spor belgeseli kategorisi, aslında, bundan önceki çeyrek yüzyılda ve dijital platform kavramı henüz ortada yokken büyük bir ivme kazanmıştı. 1979 yılında yayın hayatına başlayan spor kanalı ESPN’in Barry Levinson, John Singleton, Steve James, Barbara Kopple gibi önemli isimleri bünyesinde toplayan 30 for 30 (2009-2010) serisi, kökleri eskiye dayanan spor belgesellerine modern bir görünüm kazandırarak bu başlığın potansiyeline dair ilk ipuçlarını vermişti. Kolombiyalı futbolcu Andres Escobar ile uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın kesişen yolculuğuyla Güney Amerika futbolunun kirli parayla olan ilişkisi, Drazen Petrovic ile Vlade Divac’ın Yugoslavya İç Savaşı’nın gölgesinde kalan dostluğu veya 1986 NBA draftında ikinci sıradan seçildikten iki gün sonra aşırı dozdan ölen Len Bias’ın trajik öyküsü gibi birbirinden farklı otuz farklı konuya eğilen seri, dijital platformlara ileride ihtiyaç duyacakları prototipi sunmanın yanında, insanların sporun arka bahçesine dair beslediği merakın ticarileştirilebilirliğini de ispatlamıştı. Bugün ESPN’in 30 for 30’da izlediği yöntemi kopyalayan dijital platformlar, spor belgesellerini bir adım öteye taşıma ve daha geniş kitlelere yayma konusunda kararlılar.
Spor belgesellerini izleyiciler için cazip kılan birçok unsur var. Sahada, parkede, ringde veya kortta gördüklerimizin arka planına şahit olma arzusu bunların başında geliyor. Sunderland ‘Til I Die (2018) o sezon Premier Lig’den düşen Sunderland’ın alt lige yolculuğunu, sadece takımın taraftarları için değil, futbola ilgi duyan herkes için “unutulmaz” kılmıştı. All or Nothing serisi Arsenal, Juventus, Tottenham, Manchester City gibi kulüplerin mahremini izleyiciye açarak aktüel sezonların nabzını tutuyor. Seyircileri spor hakkında yeniden ve farklı perspektiften düşünmeye yöneltmek de spor belgesellerinin diğer gayelerinden biri. FIFA Uncovered (2022) futbolun zirvesi olan Dünya Kupası’na ve “kâr amacı gütmeyen” FIFA’ya yeni bir gözle bakmak, sporun siyasetle ve parayla olan ilişkisi karşısında mide egzersizi yapmak için ideal. Icarus (2017) Armstrong vakasıyla sarsılan bisiklet dünyasının imajına bir darbe daha vururken, Untold serisi sokak basketbolundan ilham alan AND1 markasının çöküşünden tutun da yönettiği maçlara bahis oynayan NBA hakemi Tim Donaghy’nin merkezinde olduğu bahis skandalına kadar geniş bir yelpazede sporun gizli kalmış yönlerini eşeliyor. Zaten kendi hikayelerine sahip olan fakat zamanın yıpratıcı etkisiyle soluklaşan spor olaylarını ve figürlerini yeni kuşaklar için “tekrar hikayeleştirmek” de sık başvurulan bir yöntem. The Last Dance ile Figo Vakası (2022) bir takımın veya bir transferin öyküsünü yeniden ambalajlarken; Bennett Miller’ın enfes filmiyle tekrar gündem olan güreş tarihinin en sıra dışı vakasını ele alan Foxcatcher Team (2016) ile bir NFL yıldızının katile dönüşmesini anlatan Killer Inside: The Mind of Aaron Hernandez, sporun karanlık ve kanlı öykülerini tekrar su yüzüne çıkartıyor.
Spor belgesellerinin gizli bir silahı daha var: Sporcu biyografileri. Formula 1’den Senna, Schumacher, Fangio, Hamilton; basketboldan Bill Russell, Magic Johnson, Jeremy Lin, Yao Ming, Vince Carter, Dirk Nowitzki, Allen Iverson; futboldan Maradona, Pele, Cristiano Ronaldo, Messi, Gascoigne, Anelka, Zidane; bokstan Muhammed Ali, Mike Tyson, Manny Pacquiao, Emile Griffith, Sonny Liston gibi isimler kendi belgesellerine sahip sporcular listesinin ufak bir kısmını oluşturuyorlar. Bisiklet, güreş, tenis, kayak, voleybol gibi branşlarla listeyi dallandırıp budaklandırdığımızda karşımıza dev bir karakter havuzu çıkıyor. Azımsanmayacak kadar çok insan için sporcular, sporun kendisinden daha önemli ve yaratıcılar, bu arzuyu keşfettiklerinden beri bu alanı hiç boş bırakmadılar. Filmin kahramanı sporcularsa ve izleyiciler, sporcuların kişisel öykülerini izlemek istiyorsa, dijital platformlar için yapılacak şey belliydi. Dijital platformlar, her yıl onlarca sporcunun gerçek öyküsünü ekrana getirerek izleyicilere, hayranlık duydukları kahramanların özel hayatına yakından bakma fırsatı sunuyor. Sporcuları sadece gol atan, şampiyonluk yüzüğü için savaş veren, yumruklara karşı direnen kimseler olarak değil, evladının üzerine titreyen bir anne, sorumsuz bir baba, karısını aldatan bir eş, şike yapan bir takım arkadaşı, deliliğin eşiklerinde gezen bir megaloman olarak portreleyerek biz fanilerden bir farkları olmadıklarını ortaya koyuyorlar.
Spor belgesellerinin yükselişiyle beraber, spor organizasyonlarının alımlama biçimleri de değişti. Artık bir Formula 1 yarışı izlediğimizde, padokta yaşananların seneye bütün çıplaklığıyla karşımıza geleceğini veya Ryan Reynolds’ın Wrexham’ının son dakikada kurtardığı penaltının harika bir sinematik ana dönüşeceğini biliyoruz. Spor belgeselleri, spor müsabakası deneyimleme anının biricikliğini kırıyor ve o deneyime farklı bir hüviyet katıyor. “Kurmaca filmlerde yönetmen, tanrıdır; belgesel filmlerde ise tanrı, yönetmendir” diyen Orson Welles’i haklı çıkartırcasına spor tanrıları, her yıl birbirinden ilginç, çekici, dramatik veya karanlık hikâyeyi kucağımıza bırakıyor. Bu rüzgâr ne zaman diner, bilinmez ama uzunca bir süre daha spor belgeselleri bizimle olmaya ve sporu, sahayı sınırlayan çizgilerin ötesine taşımaya devam edecek.
ÖNE ÇIKANLAR
Kahve tutkunlarının vazgeçilmezi olan latte çeşitleri arasında özellikle kış aylarının favori içeceklerinden biri toffee nut latte’dir. Karamel ve fındık aromasının espresso ile muhteşem uyumunu yakalayan bu içecek, hem kafelerde hem de evde hazırlanabilen lezzetli bir alternatif sunar.
Kan şekeriniz gün boyu kendinizi nasıl hissettiğiniz ile enerji seviyelerinizi önemli ölçüde etkiler. Kan şekeri seviyesini korumak ise uzun vadeli sağlıklı yaşamın anahtarıdır. Birçok etken kan şekeri seviyenizin değişmesine neden olabilir. Bunlardan biri de beslenme şeklidir. Yaşam tarzınızı oluşturan seçimlerin içinde …
Kilo kaybı ve sağlıklı yaşam için günde 10 bin adım atmanın gerektiğini muhtemelen duymuşsunuzdur. Peki 10 bin adımın kalori yakma potansiyelini tam olarak biliyor musunuz? Günde 10.000 adım yürüme fikri, dünya çapında da popüler hale gelen bir fitness hedefi haline geldi. Başlangıçta insanları …